Efsaneye göre, Toskanalı genç bir dul olan Prenses Matilda (1046-1115)
bugünün Fransa - Belçika sınırına yakın bir yerlerde yürürken evlilik yüzüğü
elinden bir şekilde çıkar ve oradaki bir akarsuya düşer. Bu duruma çok üzülen
Matilda yüzüğünün geri gelmesi için hemen Tanrı'ya dua etmeye başlar. Bir anda,
koca bir alabalık ağzında Matilda'nın yüzüğüyle suyun üzerine çıkar ve
Matilda'ya yüzüğünü geri verir. Çok sevinen ve bir o kadar da şaşırdan
Matilda'nın ağzından şu kelimeler dökülür "Truly this place is a Val d'Or
(Golden Valley)" (Burası gerçekten altın bir vadi) ve buraya bir manastır
kurmaya karar verir. Manastıra tahmin edebileceğiniz üzere "Orval"
ismi verilir. Matilda'nın yüzüğünün düştüğü ve alabalığın çıkageldiği akarsu
bugün hala aktiftir ve manastıra su sağlamaktadır. Hatta Orval birasında
kullanılan su bu akarsudan gelmektedir.
Bugün blogda inceleyeceğim Orval'i ünlü bira yazarı Tim Webb şöyle
tanımlıyor:
"Orval: God's Homebrew!"
Çıtayı daha da yükseğe koyarak beklentiyi iyice artıralım. Rivayet edilene göre, The Beer Hunter Michael Jackson'ın bir keresinde ağzından kaçırdığına göre kendisinin en sevdiği bira Orval!
Haydi gelin sadece tek bir çeşit bira üreten bu efsaneyi birlikte daha
yakından tanıyalım!
Tarihçe
Orval Manastırı'nın tarihine dair ilk yazılı belge 1070 yılına ait. Güney
İtalya'dan (Calabria) yola çıkıp bugünün Fransa-Belçika sınırı yakınlarındaki
bir bölgeye gelen bir grup rahip kilise yapma kararı alıyorlar bu tarihte ve
bugün bildiğimiz Orval Manastırı'na dair ilk adımı atıyorlar. Ancak 1070
yılında yapımına başlanan kilise 1124 yılında tamamlanıyor ve 1132 yılında
Trois Fontaine bölgesinden gelip manastıra katılan 7 rahibin de etkisiyle
Cisterian mezhebine katılıyor. Daha önceki trappist yazılarımı okuyanlar hatırlayacaktır.
Cisterian rahiplerinin önemli bir özelliği var: çok az konuşuyorlar ve çok
çalışkanlar. Manastırın çevresindeki bölgenin verimsiz olmasına rağmen rahipler
oldukça başarılı bir tarım performansı ortaya koyuyorlar ve çevrelerindeki
birçok alanın da kiliseye bağışlanmasını sağlıyorlar.
1252'de neredeyse tamamı yanan manastır uzun bir sürede kendisini
toparlamayı başarıyor fakat 23 Temmuz 1793 tarihinde General Loison ve emrindeki askerler tarafından yağmalanıyor ve
tekrar yakılıyor. 7 Kasım 1795 yılında ise tüm üyeleri tasfiye ediliyor ve
Lüksemburg tarafına sürülüyor. Burada Fransız Devrimi sonrası kiliseye karşı
oluşan negatif tavrın bir etkisi olduğunu belirtmekte fayda var. Önceki yazıları
okuyanlar hatırlayacaktır, 1700'ler sonu ve 1800'ler başında Napolyon aşırı
seküler bir politika güderek tüm kilise mallarına el koymuş ve bunların
içerisinde Paulaner ya da Weihenstephan gibi bira üreticileri de mevcut. Bu
talihsiz dönemde bizleri ilgilendiren iyi bir şey de olmuş. Kayıtlara göre 1628
yılında Orval Manastırı'nda ilk defa bira üretilmiş! Manastır yakınlarında
"hop garden" adı verilen bir alanın olması ve bir Franziskan
rahibinin ziyareti esnasında bıraktığı detaylı bira imalatı çizimi Orval ve
Bira birlikteliğinin 17. yüzyıla kadar gitmesini destekleyen kanıtlardan
bazıları.
Manastırın havadan görüntüsü
Orval Manastırı'nın tekrar hayata dönmesi ise 100 yılı aşkın bir süre sonra
mümkün olabiliyor. 1926 yılında bir grup Cisterian rahibi gelen bir davet
üzerine kendilerinin olanı geri almak için Orval Manastırına doğru yola
çıkıyor. Daveti yapan ise manastır binasını 1887 yılında satın alan Harenne
ailesi. La Trappe Manastırı'ndan gelen Marie-Albert van der Cruyssen manastırın
inşasının sorumluluğunu üzerine alıyor ve orijinal plana sadık kalınarak
manastırı tekrar hayata geçiriyor. 1935 yılında Orval tekrardan manastır
(abbey) statüsü kazanıyor ve bütün bunlarda büyük emeği olan Marie-Albert van
der Cruyssen başrahip olarak atanıyor.
1529 yılında İmparator 5. Karl (bizim bildiğimiz adıyla Kral Şarlken)
manastırlara bira üretme izni verdiğinden beri birçok manastır bira üretiyor.
Orval'in bu kararı yaklaşık 100 yıl sonra hayata geçirdiğinden bahsettim. Ancak
Orval'in birayla olan birlikteliği gerçek anlamda 1931 yılında başlıyor çünkü
bu tarihte Orval Manastırı'nın içerisine bira tesisi kurulumu tamamlanıyor.
Martin Pappenheimer adında bir Alman bira ustası manastıra davet ediliyor ve
bira üretimi tekrar hayata geçiyor. Herr Pappenheimer'e yardım eden iki
Belçikalı daha var. Honore Van Zende ve John Vanhuele. Bu üçlü bira üretiminde
o dönemin çok ilerisinde teknikler geliştiriyor ve deniyorlar.
Bunlardan bir tanesi dry-hopping isimli teknik. Kısaca, dry-hopping'i
açayım. Birinci fermantasyon bittikten sonra, bira ikinci fermantere alınıyor
ve şerbetçiotları olgunlaşmakta olan biranın içerisine atılıyor. Şişelemeye
kadar (aslında tercihe göre, en az 72 saat olmak üzere) fermanter içerisinde
bekliyor. Faydası ise şu, kaynatma esnasında atılan şerbetçiotları ısının
etkisiyle bazı alpha asitlerini ve yağları serbest bırakıyor ve aromada
kayıplar yaşanabiliyor. Dry-hopping ise bunu ortadan kaldırıp şerbetçiotu
karakterinin yüksek olduğu bir bira yaratıyor. Bugün IPA türü biralarda sıklıkla
kullanılan bir yöntem. Bu yöntem ilk başlarda İngiltere'de kullanılmaya
başlamış ve Orval'de kullanma fikri bir dönem İngiltere'de yaşamış olan John
Vanhuele'in aklına gelmiş. Böylelikle ortaya malt karakterinin arka plana
atıldığı ve şerbetçiotu ve maya karakterinin ön plana çıktığı bir şaheser
çıkmış. Şimdi bu şaheseri daha da yakından tanıyalım.
Orval Trappisten Bier Tadım
Pappenheimer ve ekibi kullandıkları yöntemlerle başka hiçbir biraya
benzemeyen ve zamanının çok ötesinde bir bira yarattılar. Bugün Orval'in ticari
direktörü olan Françoise de Harenne (Harenne ailesiyle ilgili olsa gerek bkz:
Orval üzerindeki Harenne vesayeti, bkz: eyyy Harenne, bkz: sen kimsin ya) bugün
kullanılan reçetenin 1930'lardaki reçeteyle %95 aynı olduğunu belirtiyor.
Orval'i bu kadar kendine has kılan bir bir başka özellik ise Brettanomyces
ya da bira üreticilerinin arasındaki adıyla eski dost Brett. Bu vahşi maya
Orval'e kendine has olan tadı veren en önemli unsurlardan birisi, hatta
başlıcası. Diğer evcil (domesticated) mayaların alkole dönüştüremediği (ya da
baş edemediği diyelim) şekeri alkole dönüştürmede ve böylelikle gövdeyi biraz
daha hafifleten bir maya türü bu haşarı Brett oğlan. Daha öncesinde Chimay
yazılarında adını duyduğumuz Belçika'nın biracılıktaki önemli isimlerinden
birisi olan Jean De Clerck 1950'lerde Orval'e de danışmanlık yapıyor ve
Brett'in ikinci fermantasyonda kullanılmasını öneriyor. Böylelikle Orval'e
"topraksı" ve "çiçeksi" aromasını veren Brett sahne alıyor.
İçerik & Alkol Oranı
Orval malt, şerbetçiotu, su, maya ve şeker kullanılarak üretilen bir bira
ancak buradaki her bir unsuru uzun uzun anlatmak gerekiyor çünkü her birinin
kendine has bir hikayesi var. En az detaylı olan malttan başlayalım. Orval'de 5
çeşit malt kullanılıyor. Bunların üçü açık renkli "pale malts", ikisi
ise Orval'e o turuncu amber rengini veren "caramel malts." Kullanılan
şerbetçiotları ise başlangıçta Styrian Goldings ve Hallertau. Ancak
dry-hopping yapılırken farklı şerbetçiotları kullanılıyor. Jean-Marie Rock
(Orval bira ustalarından birisi) Styrian Goldings ve Fransız Strisselspalt
şerbetçiotlarını kullanmayı tercih ederken, kendisinden önceki bira ustası East
Kent Goldings kullanmış uzunca bir süre. Françoise de Harenne reçetelerin %95
aynı olduğunu söylediğinde %5'lik varyansın bu değişikliklerden geldiğini
düşünüyor insan.
Bir diğer önemli içerik ise su! Efenim su işte deyip geçmiyoruz çünkü
Orval'in kullandığı su çok özel ve zamanında da çok tartışma konusu olmuş.
Orval, manastırın altındaki bir su kaynağını kullanıyor ve bu kaynak bölgedeki
diğer üreticiler tarafından da kullanılmakta. Özellikle de Saison üreten bira
evleri bu bölgede olduğu için bu suya ait bikarbonat karakteristiği her iki
birada da hissedilen bir özellik olarak öne çıkmış. Asıl önemli detay ise Orval'in
suyun pH oranını 1993 yılında daha yumuşak bir içim ve acılık için 5.2'den
5.0'a düşürmesi. Efenim, 0.2'lik bir oynamadan ne olur demeyin. Millet bunu
ciddi bir şekilde kafaya takmış ve Orval'in başına ekşimiş. Görelim!
Bira aktivisti (ne de güzel bir sıfat) olan Yvan De Baets 1993'te başlayan
ve 12 yıldan fazla süren bir kampanya başlatarak pH 5.2 olsun diye isyan
bayrağını açıyor. "İlk içtiğim an anladım hacııııııı!" diyerek kuyuya
taşı atıyor ve Michael Jackson da (The Beer Hunter) kendisine hak veriyor.
Gövde ve şerbetçiotu acılığı hafifletilmiş diyerek olayı iyice alevlendiriyor.
2004 yılında (düşünün aradan 11 yıl geçmiş ve olay hala tartışılıyor) De Baets
diyor ki "Eyyyyy Jean Marie Rock! Sen kimsin ya! Sen bu gücü nereden
alıyorsun?, bak bu yaptığın biranın karakteristiğiyle oynamaktır, bunları
bırak" diyor. Rock ise "La oğlum, pH ayarının bira üzerindeki etkisi
kısıtlı bir etkidir, işin gücün yok mu amk! 11 senedir aynı tatavayı
yapıyorsun! Sırf solcu ortamlarında kız kaldırabilmek için Orval üzerinden
isyankar triplerine girmene bir anlam veremiyorum! Neden herkes detaylara bu
kadar önem veriyor? Bu kadar çok detaylarla ilgilenerek iyi bira yapmak
olanaksız (bu son iki cümle gerçek)" diyor.
Mayayı, yani Brett'i zaten yukarıda anlattım. Biraz daha detaya girmek
gerekirse, Orval "bottle conditioned" yani şişede bir kez daha
fermante olan ve şişede olgunlaşmaya devam eden bir bira. Birincil
fermantasyonda kullanılan mayayla, alkol oluşumdan sonra dry-hopping'in
yapıldığı ikinci fermantasyonda kullanılan mayalar farklı. Brett sahneye ikinci
fermantasyonda çıkıyor. Şişede gerçekleşen fermantasyonda ise yine ilk
kullanılan mayaya dönülüyor.
Daha önceki yazılara denk gelmemişler için şişede fermante olmak ya da
"bottle conditioned beer" kavramını azıcık açayım. Maltı kaynattık,
şerbetçiotunu attık onu da kaynattık ve bir şerbet elde ettik. Bunun alkole ve
biraya dönüşmesi için mayayı da atık ve maya şerbetteki şekeri yiyerek alkol
üretti ve ortaya bira çıktı. Yani fermantasyon tamamlandı. Bu aşamadan sonra
birayı şişeleyerek raflara dizip az bir zaman sonra da içebiliriz. Ya da başka
bir şey daha yapabiliriz. Biramızı ikinci bir fermantasyona tabi tutabiliriz.
Bu esnada dry-hopping ya da yeni bir mayalama da yaparak biranın karakterini
geliştirebiliriz. Bunu da yaptıktan sonra şişelerken içine tekrardan maya ve
şeker atarak şişede bir fermantasyon daha geçirmesini sağlayabiliriz. İyi de bu
ne işimize yarayacak? Bu biraların raf ömrü genelde daha uzun oluyor ve bu
biralar olgunlaşmaları devam ettiği için yıllandırılabilen biralar.
Uygun koşullarda (oda sıcaklığında 17-22 santigrat derece gibi ve güneş ışığı
görmeden) saklanırsa olgunlaşmaya olmaya devam ediyor. Bu biraların bekleme
süresine ve koşullarına göre de tatları değişiklik gösterebiliyor. Genç biralarda
alkol tadı daha ön planda ve daha gazlı olurken, olgun biralarda gazlılık
azalıp alkolün hissedilirliği daha azalırken tat daha aromatik oluyor.
Belçika'da vertical tasting (aynı biranın farklı yıllarda üretilmiş ya da
farklı olgunluktaki versiyonlarını tatma) yapabileceğiniz yerler mevcut.
Şansınız olursa kaçırmayın derim, paha biçilmez bir deneyim olacağını
söyleyebilirim. Ben bu yaz Belçika'nın Antwerp şehrinde yer alan
ve üç kez üst üste dünyanın en iyi bira mekanı olarak seçilen Kulminator'e
gitme ve tabiri caizse hacı olma fırsatı buldum. 2000 yılından kalan bir Chimay
Blue'yu 2005 ve 2010'dan kalan Chimay Blue'larla, 2005 yılından kalan bir
Orval'i ise 2010 ve 2015'te taze üretilmiş Orval'lerle kıyaslama şansı buldum.
Tek kelimeyle harikaydı! Yaklaşık 30€ civarında bir para tuttu bu 6 bira (başka
şeyler de içtik, onları dahil etmiyorum) ve 30€'ya 3 kişi (kişi başı 10€)
hedonizmin doruklarına çıktık. Birayı muhteşem kılan bir detay daha! Bu kadar
az bir paraya tarifsiz bir zevk yaşatıyor size! Orval'e geri dönersek, uygun
koşullarda saklanan bir Orval yıllar geçtikçe olgunlaşacak ve karakterini
değiştirecektir. Genç bir Orval daha gazlı ve alkolü hissedilir iken,
olgunlaşmış bir Orval daha dengeli ve aromatik bir tecrübe yaşatacaktır size.
Reçetedeki son içerik olan şeker hakkında da bir iki kelam etmem gerekirse,
Orval açık renkte likit bir Belgian Candy (bazen Candi) Sugar
kullanıyor. Peki nedir bu "Belgian Candy Sugar?" Sakkarozun sıvı
çözeltisi de diyebileceğimiz, likit ya da invert şeker de denilen bu sıvı şeker
özellikle Belçika Dubbel ve Tripellerinde aromayı zenginleştirmek için yaygın
bir şekilde kullanılıyor. Açık renkliden koyu renkliye, karamel aromalıdan
şekerleme-bonibon (toffee) aromalıya kadar değişik Belgian Candy Sugarlar
mevcut. Mayşelenen malta eklendiği zaman da daha hafif gövdeli ve daha yüksek
alkollü bir biranın oluşmasını sağlıyor Candy Sugar. Belçika biralarında da
fermentasyonda %5 ile %30 arasında değişen oranlarda şeker kullanımına
rastlamak mümkün. Orval'de bu oran %17. Tripellerde daha açık renkli Candy
Sugarlar kullanılırken Dubbel tipi biralarda ise daha koyu renkli Candy
Sugarlar kullanılıyor. Bu daha koyu renkli Candy Sugarlar da Dubbellerdeki ve
koyu renkli biralardaki karamel tadının ardında yatan önemli bir etken. Orval
kehribar rengi açık renk bir bira olduğu için paragraf girişinde de bahsettiğim
üzere açık renkte ve sıvı bir Candy Sugar kullanılmış.
Alkol oranımız %6.2 ve Trappist biralar içerisindeki en düşük alkol oranı! Orval'in fermantasyon öncesindeki "original gravity" (OG) değeri 1.055. Bu değer şerbetin fermantasyon öncesi içerdiği şeker yoğunluğunu belirtiyor. Fermantasyon sonrası elde edilen yoğunluk (final gravity - FG) ise 1.008 değerine sahip. Bu da ilk baştaki şeker yoğunluğundan geriye kalanı ve alkol oranını gösteriyor. Görsellik namına:
Original Gravity: 1.055 (13.6
°P)
Final Gravity: 1.008 (2.0
°P)
Alcohol by Volume: 6.2%
Apparent Degree of Attenuation: 94% (şeker yoğunluğundaki azalma sonucu elde kalanlar)
IBU: 38 (International Bitterness
Unit > Bira ne kadar acı)
Maltlar: 3 pale
malts, 2 caramel malts
Malt Destekleri ve İlave İçerik: Açık renkli sıvı Belgian Candy Sugar (16% of fermentables)
Şerbetçiotları: Styrian
Goldings, Hallertau
Maya: Orval
Birinci Fermantasyon: Maya
14° C'de aktif hale geliyor ve 22° C'a kadar çıkabilen bir sıcaklıkta 4 günde
ilk fermantasyonu tamamlıyor.
İkinci Fermantasyon: Biraya
dönüşen şerbet 15° C'de yeni bir maya (Brettanomyces) ve dry-hopping
şerbetçiotları (Styrian Goldings ve Strisselspalt) eklenerek 3 hafta boyunca
olgunlaştırılıyor.
Şişede Fermantasyon: Orval
filtrasyona tabii tutulmuyor ama santrifüj işlemi uygulanıyor ancak biranın
içerisinde hala bir miktar Brett mevcut. İlk kullanılan mayanın şişeleme
esnasında tekrar eklenmesiyle Orval 5 hafta boyunca 15° C'de olgunlaşmaya
bırakılıyor. Bu esnada, yeni mayanın da eklenmesiyle 1 mililitreye düşen maya
hücre sayısı tam tamına 3 milyon! Bu sayıyla amaçlanan da litre başına tam 10
gram karbondioksit üretebilmek. Bu değer De Konick için litrede 4.8 gram!
Şişe Tasarım: Seviyorum seni kuğu boyunlu tombik Orval! Etiketteki ve kapaktaki alabalık
ve ağzındaki yüzük size bir şeyler çağrıştırıyor olsa gerek! Evet, doğru!
Matilda'nın yüzüğünü akarsudan çıkartan ve ona geri veren alabalık bu! Yüzük de
Matilda'nın evlilik yüzüğü! Gayet anlamlı ve güzel. Bir de şişenin boynunda bir
şeyler anlatılıyor. Orval'in şişelenme tarihi burada mevcut ve
yıllandırılabilen bir bira için bu hayati öneme sahip bir bilgi. Birayı kaç
derecede içeceğimiz ve bardağa nasıl koyacağımızın da anlatılması kayda değer,
güzel bir bilgi.
Bardak: Bu yaz gittiğim Belçika'daki ganimetlerimden birisi de bu güzel Orval
bardağı. Geniş ağızlı yapısıyla aromanın açığa çıkması ve iyi bir köpük oluşumu
için ideal. Üzerindeki Orval yazısı ve özellikle de alabalık figürü gayet zarif
ve ayrı bir hava katmış bardağa.
Meşhur alabalık her yerde!
Köpük: Bu köpük için muh-te-şem'den başka ne denir bilemiyorum. Şimdiye kadar
ondan fazla kez Orval içtim ve her defasında harika bir köpük performansıyla
karşılaştım. Hatta Kulminator'de tattığımız Orval - 2005 dahi 10 yaşında
olmasına rağmen çok güzel bir köpük performansı sundu. Bunun arkasında yatan
başlıca sebeplerden birisi az önce bahsettiğim mililitre başına düşen 3 milyon
maya hücresi ve yüksek karbondioksit oranı! Köpüğün kaybolması gibi bir durum
da yok. Eğer Orval içiyorsanız ve bardakta köpük yoksa kesinlikle yanlış giden
bir şey olduğunu düşünmeye başlamalısınız
Renk: Caramel maltlarından gelen o harika renk! Orval bulanık ve koyu kehribar
renge sahip. Gayet göz alıcı ve iştah açıcı!
Koku: Az önce görsel olarak başlayan ziyafette sıra şimdi diğer duyumuzda! İlk
gelen aromalar şerbetçiotu ve maya aromaları. Hoppy bir bira olduğunu daha ilk
koklayışta hissedebiliyorsunuz. Belçika biralarındaki o karakteristik maya
kokusu Orval'de de mevcut ve bu kokunun ardında güzel çiçeksi ve baharat
aromaları da zihinde bir anda uyanmaya başlıyor.
Şu küçük kahverengi yuvarlaklar şişedeki maya. Brett, is that you?
Gazlılık & Gövde: Tattığım Orval 2013 Ağustos ayında şişelenmişti ve
tam 2 yaşındaydı. Bu iki sene içerisinde gazlılığından bir şey kaybetmemiş.
Orval'i içmek için en az 6 aylık olmasını beklemek gerekiyor. Yıllandırmanın
ucu ise açık. İçimizde 1961'den kalma (Annemle yaşıt) bir Orval tadan şanlı insanlar da mevcut! Darısı başımıza diyelim. Orta-yüksek gövdeli bir bira ve
her yudumda kendisini hissettiriyor.
Tat: Makul bir gazlılık ve harika bir şerbetçiotu aroması! Çok güzel bir
acılığı var Orval'in. Ne bir IPA gibi hop dominant ne de Belgian Aleler gibi
çok meyvemsi! Damağı okşayan güzel ve lezzetli bir acılık ilk hissedilen aroma
benim için. Son zamanlarda birçok birada yakalamaya başladığım çam balı ve
reçine aroması da kendisini net bir şekilde hissettiriyor. Bitiş oldukça uzun
ve şerbetçiotu baskın. Alkol %6.2 ve beklendiği üzere pek hissedilmiyor. Maya
karakteristiği tada pek yansımamış ya da ben bu tadı alamıyorum.
Kulminator'de yaptığımız Orval tadımındaki notlara bakmam gerekirse, Orval
2005 için gazlılık ve gövde zayıf, asidite düşük ama aroma açısından çok
kompleks. Biraz ekşime başlamış ve maya karakteristiği hissedilir. Şerbetçiotu
aromaları daha geri planda ve üzüm ve özellikle de üzüm sirkesi aromaları
buruna çarpıyor ve karamel aromaları da yakalanıyor demişim. Orval 2010 ise
daha dengeli, orta derecede gazlı ve hoppy bir profil sunmuş. Şerbetçiotu
aroması az da olsa arka plana kaymış ama yine de gayet hissedilir.
Kulminator'deki vertical tasting'de Orval - 2010'u bir tık daha çok
beğenmiştik.
Soldan sağa, Orval 2005 - Orval 2010 ve Orval 2015
10 yaşında bir Orval tatmanın verdiği mutluluk
Lezzet Ozan'ın yüzüne yansımış.
BeerAdvocate Puanı: 93 / 100
Benim Puanım: 100
Orval ülkemizde maalesef yok, konuştuğum kadarıyla bir Belçika doğumlu bir
Türk ithalatçı (Chimay'i de getiren) Orval'e çok baskı yapmış Türkiye'ye
getirebilmek için ama bir türlü ikna edememiş. Biz Belçika'ya zor yetişiyoruz,
bir de orası için üretim yapamayız, buradaki müşterilerimizden tepki çekmek
istemiyoruz demişler. Umarız bir gün bu efsaneyi Türkiye'de tadabiliriz. Bu
bloga koyduğumda henüz Türkiye'de olmayan birçok bira (Chimay, Erdinger, Weihenstephaner, Paulaner, Westmalle, Sapparo gibi) daha sonrasında Türkiye'ye geldi. Bu uğurum
(burada yazar kendine pay biçiyor) Orval için de geçerli olur umarım.
Not: bu yazıda alkolü özendirme ya da tanıtma gibi bir
amaç güdülmemiş, sadece şahsi fikirler paylaşılmıştır. Ayrıca, herhangi bir
markanın reklamı ya da tanıtımı söz konusu değildir ve sadece ve sadece şahsi
kanaatler dile getirilmiştir. İçki bizim dostumuz değildir, içki kötülüktür, pişmanlıktır.
Belirli oranlarda tüketildiğinde insan sağlığına da zararlıdır.
Görüşmek dileğiyle...
0 Yorumlar